Urfa Barosundan 'İnsan Hakları Günü' için açıklama

Şanlıurfa Barosu tarafından yapılan açıklamada, “Barış, adalet, eşitlik, özgürlük ve insan onurunun korunmasını ve bunları güvence altına alacak demokrasi mücadelesi verilmesini savunmaya devam edeceğiz” denildi.


Urfa Barosundan 'İnsan Hakları Günü' için açıklama

10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle Şanlıurfa Barosu tarafından bir açıklama yapıldı. Açıklamada OHAL, çoklu baro, pandemi ve daha birçok konuya ilişkin başlıklara değinildi.

Açıklama şu şekilde:
“İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 72. yılındayız. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 4 Aralık 1950 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda ‘10 Aralık’ gününü, ‘İnsan Hakları Günü’ olarak ilan etmiştir.

Birleşmiş Milletler, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmesine karşın maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalmıştır. Birleşmiş Milletler örgütü de, varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü canlandırmak en asli görevimizdir.

Türkiye’de, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasal sınırların terk edilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların birer baskı ‘aracı’ haline getirilerek keyfiyetin ve belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açmıştır. Belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir. Siyasal iktidarın ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan politikaları yine 2020 yılında yaşanan yaşam hakkı ihlallerinin başlıca sebebini oluşturmaktadır. Öte yandan yaşam hakkı ihlalleri, sadece devletin güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen ihlaller ile sınırlı değildir. Üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen fakat devletin, ‘önleme ve koruma’ yükümlülüğünü yerine getirmeyerek neden olduğu ihlalleri de kapsamaktadır. 

Cezasızlık hâlâ işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence ve bireysel suçlar kapsamında kamu görevi dışında eziyet suçu kapsamına alınarak cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.

Süreklilik haline gelen ihlaller maalesef sosyal toplum tarafından da tehlikeli bir şekilde benimsenmeye başlamıştır. Bu durumun en yakın örneği 2019 yılında Kürtçe konuştukları için saldırıya maruz kalarak hayatını kaybeden Şirin Tosun, Kadir Sakçı, Sedat Akbaş ve yaralanan Ekrem Yaşlı’dır.

Aynı şekilde baromuzca mensuplarına sergilenmek istenen ve Teatra Jiyana Nû tarafından Kürtçeye ‘Berû: Klakson Borîzan û Birt’ olarak çevrilen Dario Fo'nun ‘Yüzsüz: Klakson, Borazanlar ve Bırtlar’ adlı oyununun hukuka aykırı ve gerekçesiz bir şekilde önce İstanbul’da, ardından da Şanlıurfa’da Valiliklerce yasaklanması Türkiye’de ırkçı ve ayrımcı yaklaşımların halen ve artarak devam ettiğini göstermektedir.

2020 yılı da önceki yıllar gibi kural olarak barışçıl toplantı ve gösteri özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı, ancak keyfi bir şekilde izin verildiği ölçüde istisnai olarak toplantı ve gösteri yapılabileceğinin olağan hale getirilmeye çalışıldığı bir yıl olarak yaşanmıştır. Bir başka deyiş ile 2020 yılı önceki yıllar gibi toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da ihlallerin ve kısıtlamaların kural haline getirildiği bir yıl olmuştur. OHAL döneminde OHAL Kanunu’ndaki anti-demokratik düzenlemelerin verdiği yetki ile birçok ilin valilikleri çeşitli toplantı, gösteri ve etkinlikler için tek seferlik ve belli bir güne/eyleme yönelik veya ardışık olarak tüm eylemleri kapsayacak şekilde yasaklama kararları almakta idiler. Her ne kadar OHAL uygulaması 19 Temmuz 2018 itibariyle sona ermiş ise de olağanüstü haldeki benzeri uygulamalar halen sürmektedir.

Baroların bölünmesini öngören ‘Çoklu Baro Yasa Tasarısını’ protesto etmek için oturma eylemi yapan baromuzun mensuplarına 2911 sayılı yasaya muhalefetten soruşturma başlatılması belirtilen anlamda Anayasal hakların siyasal iktidar tarafından engellendiğinin ve ortadan kaldırılmak istendiğinin açık göstergesidir.

Yine devletin üzerine düşen gerekli ve yeterli sorumluluğu yerine getirmeksizin Covid-19 Pandemisi için alınan önlemler sebebiyle;

                -Kısıtlamalarla 65 yaş ve üstü vatandaşların hiçbir psikolojik destek almadan evlere hapsedilmeleri, kendilerine değersizlik hissinin ve anksiyete bozukluğunun oluşmasına sebep olmaktadır.

                -SGK tarafından karşılanmayan hayati önem taşıyan ilaçlarını kullanmayan binlerce ALS hastası tedavi beklemeye devam etmektedir.

                -Başta kanser hastaları olmak üzere; ölümcül derecede hastalığı olan kişiler virüs kapma korkusuyla hastanelere gitmek yerine evlerinde tedavi görmeden beklemek zorunda kalmaya devam ediyor.

                -Erken tanı ve tedavinin hayati önem taşıdığı birtakım hastalık belirtileri olan vatandaşlar sağlığa erişimleri kısıtlanmıştır.

                -Hiçbir psikolojik, sosyal ve ekonomik destek sağlamadan evlere hapsedilen ailelerde; aile içi şiddet, boşanma ve kadın cinayetlerinde artış olmuştur.

                -Covid-19 belirtileri gösterdiği halde işini kaybetme korkusu, çalışanlarda test yaptırmaktan kaçınmaya sebep olmuştur.

                -Yeterli sayı, nitelik ve donanımda koruyucu ekipman sağlanmadığı için sağlıkçılar korunaksız şekilde vakalara müdahale etmek durumunda kalmıştır.

                -Sağlıkçılar arasındaki gelir adaletsizliği pandemi döneminde yapılan ek ödemelerde had safhaya ulaşmıştır. Bu durum sağlıkçılar arasında iş barışının daha da bozulmasına sebep olmuştur.

                -Covid-19 teşhisi konulan halka 10 gün, temaslılara 15 gün karantina uygulanırken bu süre sağlık emekçilerinde çok daha kısa tutulmuş, temaslılarda yer yer uygulanmamıştır.

                -Tüm kamu kurumlarında uygulanan esnek mesai ve kısa çalışma saatleri sağlıkçılara uygulanmamıştır. Çoğu kurumda esnek mesai izni verilen sağlıkçıların nöbet ücretlerinde kesintiye gidilmiştir. Bu ve benzer şekilde uygulamalarla “Haklarınız Ödenmez!” denilen sağlık emekçilerinin hakları gerçekten de ödenmemiştir.

Pandemi ve ekonomik krizin etkisi ile işsizlik giderek artmakta ve buna bağlı olarak yoksulluk yaygınlaşmaktadır. İnsan haklarının amacı insanlığı korkudan ve yoksulluktan kurtarmaktır. Bu nedenle önümüzdeki dönem ekonomik ve sosyal hak alanında daha fazla mücadele edilmesi gerekmektedir. Her koşulda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde belirtildiği gibi barış, adalet, eşitlik, özgürlük ve insan onurunun korunmasını ve bunları güvence altına alacak demokrasi mücadelesi verilmesini savunmaya devam edeceğiz.